Shadow

İnsan Sarrafı

         Adam ârifti. Kafası ve kalbi itibariyle öyle yetişmişti ki, bir bakmada insanın ne olduğunu, ne değerde bulunduğunu hemen kestiriyordu. Ona bir gün on yaşlarında bir çocuk getirdiler. Onu övüp durdular: Akıllı, zeki, terbiyeli çocukmuş efendim, siz ne dersiniz? Bir görseniz, dediler.
 
         Ona bir baktı, bir soru sordu: “Senin baban var mı çocuğum?” dedi. Çocuk, “Evet efendim, annem de var” der demez, insan sarrafı hükmünü verdi: Bu çocukta, “Kesret-i kelâm, yâni çok konuşma hastalığı var. Bundan tedâvî görmezse kendisinden hayır gelmez.”
 
         Bir adam, ağır bir işi için güçlü, kuvvetli bir işçi arıyordu. Böyle olduğu zannedilen birisi sarrafa getirildi. Sarraf onun için hemen bir sofra düzenletti. Yemek yemesini beğenmedi. Çünkü işçi adayı, falanı severim, filan yemeği sevmem gibilerden konuşuyor, hele vücuduna göre hiç yemiyordu. Sarrafımız kararını verdi: “Bu adamın işinden de hayır gelmez” dedi.
 
         Yine bir gün, bu insan sarrafına üç kişi getirildi. Üçüne birlikte çok önemli bir memleket meselesi teslim edilecekti. Görünüşte hepsi nâzik, hürmetkar, birbirlerine bağlı, kendilerine teslim edilecek işi birlikte yapacakmış gibi bir intiba uyandırıyorlardı. Fakat sarrafın içi bunları tutmadı. Bunları denemek, içlerini dışlarına çevirmek, içlerinin resmini çekip herkese göstermek, memleket işlerini lâyık olmayan kimselere teslim etmekten kurtarmak istiyordu.
 
         Bunlardan birisini husûsi bir odaya aldı. Onun yüzüne güldü, kendisine bâzı ikramlarda bulundu. Sonra onu yüzüne karşı bir saat övdü. Sarraf kendisini övdükçe o, tavus kuşu gibi kabarıyordu. Sarraf, girişini bitirmiş, demirini kızdırmış, onu tam tavına getirmişti. Artık onu tanıyabilirdi Ona, “Seni çok beğendim, sevdim, kendini çok iyi yetiştirmişsin. Ama filan arkadaşını beğenmedim. Ona-buna karşı fazla yaltaklanıp duruyor. Onun yanında olmak size zarar getirir.” Bizim yüksek mevki adayı, bülbül gibi konuşmaya başladı. Arkadaşı için, “Evet efendim, affedersiniz, onun tabiatı köpek tabiatına benzer. Biz onu zâten aramızdan atmak istiyorduk. Zorla it gibi peşimize takıldı, geldi.” Adam işte bu sözlerle güya arkadaşını tanıtıyordu; ama asıl kendisini tanıttığının, yakayı ele verdiğinin farkında değildi.
 
         Sarraf, diğer iki arkadaşı ile de aynı minval üzere görüştü. Onların da ağızlarından lâf aldı. Onların da birisi diğeri için, “Affedersiniz, o eşeğin birisidir” dedi. Diğer arkadaşları da kendi arkadaşlarına, “O, öküzün birisidir” deyiverdi. Böylece her üçünün dereceleri, daha doğrusu derekeleri de tespit olunmuştu. Bir hayli vakit geçtiğinden adamlar acıkmış olabilirlerdi, insan sarrafı her birine münâsip bir yemek hazırlattı. Bir tabağın üzerine, kokmaya yüz tutmuş biraz çiğ et, bir tabağa biraz arpa, bir sahana da biraz saman koyup hizmetçi ile bu üç ahbap çavuşa gönderdi. İyice acıkmışlardı, tabakları görünce sevindiler. Ama yemek çeşitlerini görünce sevinçleri kursaklarında kaldı. Sofranın etrafında ne yapacaklarını şaşırdılar. Biraz sonra insan sarrafı içeri girdi: “Nasıl, lâyık olduğunuzu buldunuz mu? Biliyorsunuz, ite et, öküze saman, eşeğe arpa gerektir” dedi ve çıkıp gitti.
 
         İnsan sarrafından herkes çekinmeye başladı. “Kimi getirsek beğenmiyor” diyorlardı. Bir gün yine korka korka ona iki kişi daha getirdiler. Bunlar üstün mevkîlere namzet kişilerdi, en değerli vazifeler kendilerine teslim edilecekti. Sarrafımız bunları görür görmez, bunların boş olmadıklarını anladı. Ama durumlarını başkalarına da anlatmak için kendilerini imtihana alması gerekiyordu.
 
        Onlara ikram ve izzette bulundu. Birisi bir ara dışarı çıkmıştı. Dışarı çıkan, fizyonomisi itibariyle pek şişmandı. Arkadan onun için, sarraf, “Arkadaşınız ne kadar şişmanmış” dedi. Sarrafa daha fazla lâf etme fırsatı vermemek için, “Evet efendim, o, bir ilim küpüdür. İlmi, fazileti ve takvası da aynen cesedine benzer” dedi. Bu defa sarraf, şişman zâtla baş başa kaldı. Diğer arkadaşı dışarıdaydı. Bu dışarıda olan zat, son derece zayıf cüsseli birisiydi. Sarraf bunu bahis konusu ederek, “Arkadaşınız ne de cılızmış. Hiçbir şey yemez, içmez mi? Bu haliyle ne hizmet yapacak?” Arkadaşı, “Efendim o, tepeden tırnağa bir ilim cevheridir. Siz onun maddesine bakmayın, onun ilmini, irfanını, maneviyatının heybetini görürseniz şaşırırsınız. Hele yanında ilmî bir bahis açın, konuşturun, dinleyin, nasıl hayran kalacaksınız.”
 
        İnsan sarrafı, bu iki zâtın heybetli, vakarlı şahsiyetleri karşısında sarsıldı. (Birtakım dolambaçlı yollardan onlara soru sormak, yapmacık hareketler yapmak derhal sırıtıyor, belli oluyor, çirkin kaçıyordu). Zâten görür görmez haklarında notunu verdiği bu zâtların dizlerinin dibine oturdu, kendilerinden ilim ve edep dersi almaya, bu suretle eksikliklerini telâfi etmeye koyuldu. Herkes, sarrafı takdir ediyor, “Biz zannediyorduk ki, o hiç kimseyi beğenmez. Demek, beğenilecek adam bulursa beğeniyor ve ona lâyık olduğu kıymeti veriyor. Yeter ki, beğenilecek adam bulunsun” diyorlardı.

Bir cevap yazın