Shadow

Dindarlar Müslümanlaşmalı

Kırdan kente geçişle birlikte sadece toprak asfalta, ahşap betona dönüşmedi, içeriğini tabiattan alan sessizlik de bozuldu.

 Kent güzelliğin uykusuna yatan değil tartışmayı başlatandır artık.

Bütün hesaplarınızı kente dair yapmak durumundasınızdır. Kırdaki hesap ne yapsanız kenttekine uymaz.

En büyük tartışma da bu yüzden din üzerinde patlak vermiştir.

Kırsalda din hayatın bağrında içkindir ve kolay kolay söze indirgenmez.

Kırsal hayatın tartışma yaratır bir veçhesi olmadığı için her şey ilk yaşandığı gibi sabit ve yerli yerindedir.

Her oluş, duyuş ve nesneye ilk temas kurulduğunda ne ad verilmişse o odur.

Bilgisizliği cehaletten ümmiliğe tahvil eden fıtri özellikler hâlâ yerinde kaimdir.

Cebrail’in işaret ettiği kelam-ı kadimle Mikail’in tesis ettiği tabiat ayetleri ortak bir dil olup yerleşir okuma bilmeyen yüreklere.

Sahi ‘okuma bilmek’ sözü çoğaltmaktan başka neye yarıyor bu çağda?

Okumanın aslı satırları aşıp sudurlara (kalplerdekine) ulaşmak olduğuna göre göğün kırsalındakilerden daha iyi kim bilebilir denizlerin ve dağların dilini?

Kent sokak ortasında kimlikleri toplayan kolluk gücü gibidir. Biri kimlikleri toplar diğeri kişilikleri.

Sosyologlar köyle kent arasında uzayıp giden davanın şehre meyilli avukatlarıdır.

 Köy avukat bilmez sadece halini arz eder. Bu yüzden bir köylü için bir arzuhalci yeter.

Her şey gibi din de kente uyum zorluğu çekti ilk anda. Din modern hayat dizgesine boyun eğmemekte direndi.

Bu yüzden din modernleşemediği için modernlik dinleşmek zorunda kaldı.

 Bir nevi modernite dinin elbisesini giymiş oldu.

Bu iltibastan menşei hiç de vahyin mantığıyla bağdaşmayan, dindarlık, muhafazakârlık, mukaddesatçılık, dini bütünlük gibi nevzuhur kavramlar doğdu.

Ne dindarlık ne de muhafazakârlık evin içinden bir tanımlama değildir.

 Din eksenli bağlılık ifade eden kelime ve kavramların büyük çoğunluğu dışarıdan kimlik ve kişiliklere müdahaleyle şekillenmişlerdir.

Mesela “kent dindarlığı” kavramını ele alalım. Dinsel bağlılığın kentsel biçimi ayrı bir tanımlamaya acaba neden ihtiyaç duyar?

Ne İslam ne de Müslüman böyle bir tanımlamaya muhtaç olmadığına göre bu tür tasniflerin dini fenomenleştirmekten başka bir şeye hizmet etmeyeceği açıktır.

Kent dindarlığı diye bir şeyden bahsediyorsanız kırsala karşı bir kent dininden bahsetmeniz de mümkündür.

Bütün sınıfları birleştirmeyi hedefleyen bir dinin ortak dilini terk ederek meşrep, mezhep ve kültüre göre birbirine karşı duyarsız ya da uzak duyarlıklar oluşturacak tarzda ayrışmalara girmesi ne denli sosyolojik vakıa olarak geçiştirilebilir?

İslam’ın şehir dini olduğunu medeniyetin Medine’sinde neşvü nema bulduğunu söyleyenler herhalde bu şehrin bugünün kentlerine tekabül ettiğini söylemiyorlardır.

İslam’ın bünyesinde medeniyet kurup bu medeniyete aynı zamanda tanıklık ettiği şehirler bir inancın kendine yaşama imkânı bulduğu, niyetin söze, sözün amele dönük hareket kabiliyeti kazandığı coğrafyalardır.

Kent insanı eğer bugün yaşadığı İslami hassasiyetin dindarlık olarak isimlendirmesinden hoşnutsuzluk duymuyorsa bunun sebebi bu kavramı çok içselleştirmiş olmasından değil, ‘dindar’ kelimesinin içten içe bir modern kabulü temsil etmesindendir.

Ne de olsa Modernite herkese mensubiyetini onaylayıp tescil ettiği oranda değer verip dinginlik bahşeder.

Anadolu’da dindar ne mütedeyyin ne de muhafazakâr kimliği Müslüman kimliğinin önüne geçememiştir. Çünkü din ve dine dair hiçbir şey yeniden tanımlanmayacak denli kadimdir. Kent her şeyi yenileyerek eskitir, köy ya da kırsal kutsal olan her şeyi “kutsal” ifadesini kullanmaksızın eskiyle irtibata geçerek yeniler. Bu yüzden eski hiç eskimeyendir.

Mesele Müslümanların dindarlaşması meselesi değil dindarların Müslümanlaşmasıdır.

Kaynak: Haber7

 

Bir cevap yazın