Shadow

Büyüklere Sorulan Sorular ve Alınan Cevaplarda Rastlanan Muvaffakiyetin Sırları

 

v     Peygamber efendimiz bir gün yolda  yürürken, büyük taşları kaldırıp kuvvet denemesi yapan bir topluluğa rastladı ve onlara sordu :

         Bu taşı kaldırmaktan daha zorunu bilir misiniz ?

         Bundan daha zorunu size bildireyim mi ?

Oradakiler, ” bildir ya Resûlullah” dediler. Efendimiz (A.S.V.) buyurdular :

         Öfkeli bir kimse öfkesini yener, sonra sabır yolunu tutarsa, sizin en ağır taşı kaldırmanızdan daha zor bir işi yapmış olur. İşte asıl pehlivanlık budur buyurdu.

 v     Yolda kavga eden iki adam, Resûl-i Ekrem (S.A.V.) i görünce kavgayı kestiler. Resûlullah neden kavgayı kestiklerini sorunca şöyle dediler: “Peygamberin huzurunda nasıl kavga ederiz ?” Bunun üzerine Allah Resûlü buyurdu ki: ” O halde ne zaman kavga etmek içinizden gelirse beni yanınızda farz edin, kavgadan vazgeçersiniz.”

 v     Edep ve nezaketin en güzelini Resûlullah’ın terbiyesinde yetişmiş olan ashabın hayatında görüyoruz. Ashabın yaşlılarından olan ak sakallı ihtiyar Said İbn-i Yerbû (R.A.) Hazretlerine bir gün Resûlullah (S.A.V.) sordu: “Ya Said hangimiz büyüğüz ?” Said’in edepli cevabına bakınız!

 ” Ya Resûlullah, siz benden büyüksünüz, ben ise sizden yaşlıyım” dedi.

 v     Adamın biri geliyor, Hz. Ali (R.A.) efendimize, ” Allah bu kadar insanı nasıl hesaba çekecek ?” diye soruyor. Hazretin cevabı çok manidar.

” Allah bunca insanlığı nasıl rızıklandırıyorsa, öylece de hesaba çeker. Onun için zorluk yoktur.” diyor.

 v     Davût (A.S.) münacatı sırasında: “Ya Rabbi, senin mescidine -evine- girmesi layık olan, namazı kabul olan kulun kimdir?” diye sorar. Allah (c.c.) Ona şöyle vahyetmiş: “Kim benim azametim karşısında tevâzû ve teslimiyet gösterir, gündüz müddetince beni anmaktan ayrılmaz, nefsini şehvetlerden sakınır, açı doyurur, yabancıyı barındırır, musibete uğramışa acır ve yardım ederse, işte evime girmesi layık ve duasını kabul ettiğim kul bu kimsedir.”

 v     Lokman Hekim (A.S.)’e sormuşlar ki, “sen nasıl bu kadar uzun müddet sağlık ve sıhhat üzere yaşayabiliyorsun? “

     Cevap vermiş:

            “Ben günde bir, haftada bir, ayda bir, senede bir kaidesine riayet ederim de

onun için. Yani günde bir defa yemek yerim, haftada bir defa eşimle yetinirim,, ayda bir defa müshille içimi temizlerim, yılda bir defa hacamat olurum -yani kan aldırırım-“

v     Hz. İsa (A.S.) ya civarından biri hakaret edip ağır laflar sarf ediyor. Dostları:

“Ya İsa, niçin ona karşılık vermediniz ?” diye sorunca, Hz.İsa’nın cevabı şu oldu: ” Herkes yanındakini verir. Onda olan benim yanımda yoktu”

v      Lokman Hekim’e (Aleyhisselam) sormuşlar;

 “Saâdetin alameti nedir?”    Şöyle cevap vermiş:

      “Doğruluk, edep, ilim ve emanete riayettir.”  Yine sordular;

“Edep, asalet, mal ve ilimden hangisi daha üstündür?”  Buna da şu cevabı

vermiş;

“Edep asaletten, ilim maldan hayırlıdır.”

 v     Hazreti Mûsâ (A.S.), Allah tarafından verilen ilmi ledün sahibi Hızır (A.S.)’a sordu; “Ledün ilmine nasıl kavuştun?” Şöyle cevap verdi; “Günah işlememeğe azim  ve sabretmek sayesinde”.

 v     Hazreti Îsâ (A.S.)’ya etrafından dediler ki:

     – Bize bir iş öğret onunla cennete gidelim. Buyurdu ki: “İyilikten başka bir şey düşünmeyin ve yapmayın.”

 v     Lokman Hekime sordular: “Seni  bu dereceye ne ulaştırdı?” Lokman Hekim şöyle cevap verdi: “Doğru söz söylemek, emaneti sahibine vermek, bana ait olmayanı bırakmak, beni ilgilendirmeyene karışmamak, benden olmayanı terk etmektir.”

 v     Hazreti Mûsâ (A.S.), Hızır (A.S.)’dan bir öğüt istemiş; Hızır’da ona şu tembihte bulunmuş: “Herkese faydalı ol, hiç kimseye zararlı olmamaya gayret et.”

 v     Sahabîlerden biri, Hz. Ebûbekri Sıddık (R.A)’ın yanına gelir ve der ki: “Çok günahkarım. Benim için dua eder misin ?” Hz. Sıddık;  “Ya Rabbi !” der, ” bir günahkâr diğerinden dua istiyor. Sen gaffarsın – bağışlamadığın günah yok. Ya Rabbi ! ikisini de affeyle.”

 v     Birisi Hazreti Ömer (R.A.)’in yanında birini methedince, Hazret o adama sormuş;

     – “O kimse ile bir muameleniz (alış verişiniz) olmuş mu dur?

     – Hayır,

     – Beraber yolculuk ettiniz mi?

     – Hayır,

     – Onunla komşuluk yaptınız mı?

     – Hayır

     – O halde bilmediğiniz bir şeyden bahsediyorsunuz” demiş.

 v     Adamın birisi İbni Abbas’a gelerek cihadı sordu. İbni Abbas adama: Sana cihaddan daha hayırlı olan bir ameli göstereyim mi? O amel, içinde Kur’an-ı Kerim’i, Resulullah’ın sünnetini ve dinin fıkhını öğreneceğin bir mescit yaptırmandır dedi. Büyük Sahâbe Ebü’d-Derda (R.A.) hastalanınca, şikayetin nereden demişler? O da günahlarımdandır diye cevap vermiş. Ne arzu edersin sorusuna da “Rabbi’min beni mağfiret etmesini” isterim cevabını vermiş.

 v     İbn-i Abbas (R.A.) Hazretlerine sordular; Bu ilme nasıl ulaştın? Cevap verdi; “Okuyan göz, dinleyen kulak, soran dil, selim bir kalp,tefekkür eden dimağ, çalışan beden  ile eriştim.”

 v     Ebû Hüreyre (R.A.) Hazretlerine, “Yarın öleceğini bilsen ne yapardın? diye sormuşlar; Verdiği cevap şu olmuş; “İLİM ÖĞRENİRDİM”.

 v     İbn-i Abbas (R.A.) kendisine nerelerin dolaşılması ve ziyaret edilmesi gerektiğini soranlara şu cevabı veriyormuş; “Gündüz ibret alarak kabristanları, gece ise, tefekkür ederek gökyüzünü seyreyleyiniz, ilahi kudreti görürsünüz.”

 v     Bir zat, Veysel Karani Hazretlerini ziyarete gelmiş, -Ey Allah’ü Teâla’nın sevgili kulu, bana bir nasihatte bulun- demiş. Hazret de ona ; “Allah’ü Teâla’yı bilir misin diye sormuş” O da , “Evet bilirim” demiş. “O halde Allah’ü Teâla dan başka bir şey bilme (Öğüt olarak bu sana yeter)” demiş.

 v     Adamın biri Ömer Bin Abdülaziz (Rah.A.)’e; “ne zaman konuşayım ?” diye sorunca, Ömer : ” Ne zaman konuşmamak istersen sukûtu tercih etme, o zaman konuş “der.

Adam: ” O halde ne zaman susayım ?” diye sorunca da Ömer : ” Ne zaman konuşmak istersen o zaman konuşma, sus. Böylece fazla hata işlemez, boş söz söylememiş olursun.” cevabını verir.

 v     Bir bölük zat gelmiş Beyazıd-ı Bestamî Hazretlerine ve sormuşlar : ” İnsanın vaktini geçirdiği değerli vakitler arasında en önemlisi hangi sidir ?”

Hazret cevap vermiş: “Dem-i buluğdan, dem-i dûmuğ arasında Kur’an a hizmet ettiği zamandır.” ( Yani; buluğ çağından, göz yaşları arasında ahirete gitme anına kadar)

 v     Adamın biri Ömer Bin Abdülaziz Hz.lerine sormuş; “Takva makamına kişi nasıl ulaşır? Hazret cevap vermiş; “Kul kalbinde ki, düşüncelerin hepsini bir tabak içine kor ve bunu çarşıda dolaştırır da içinde kendisini utandıracak bir şey bulamazsa o kişi takva makamına erişmiş olur.

 v     İbrahim Bin Ethem Hazretlerine gevezenin biri, niçin halk arasına karışmazsın diye sormuş? O da şu cevabı vermiş; Benden aşağı olanlarla görüşsem bilgisizliklerine tahammül edemem. Benden yüksekleriyle görüşecek olsam azametlerini çekemem. Bana denk olanlarla görüşsem onlarında kıskançlıklarından kendimi kurtaramam. iyisi mi bilginlerle tanışıp oturup kalkarım o da ibadet yerine geçer dedi.

 v     Abdullah İbni Mübarek Hazretlerine birisi sormuş; Allah sana bu akşam öleceğini bildirse gününü ne ile geçirirdin? İbni Mübarek şu cevabı vermiş; “Bilgi öğrenmekle, çünkü en büyük derdimiz ve ıstırabımız cehaletimizdir. İrfan sahipleri hiç bir zaman ölmezler. Çünkü ariflerin kalpleri onların mezarıdır” demiş.

v     Ebû Abdullah Salimî hazretlerine sordular; Allah ehli bir kulu halk içinde nasıl ayırt edersin? Cevap verdi: “şu sekiz alametle anlarım.

1.    Lisanlarında ki halavetle (Tatlılık, şirinlikle),

2.    Ahlaklarında ki letafetle (Güzellik, nezaketle),

3.    Yüzlerinde ki beşaretle (Güler yüzlülük, tebessümle),

4.    Edalarında ki zarafetle (Kibarlık, incelik, nezihlik),

5.    Nefislerinde ki sahavetle (Cömertlik, ikramlılıkla),

6.    İtirazlarında ki hasislikle (Günah işlemekten kaçınmakla),

7.    Özürleri kabul edişlerinde (ki hoş görü ve müsamahakar oluşunda),

8.    İyi ve fena hareketlerinde (herkese karşı şefkatlerinde ki taşkınlıkla), diyerek izah etmiş.”

 v     İmam-ı Âzam’a sordular;  “İlmi nasıl öğrendin?” Şöyle cevap verdi:

“Dört şeyi ciddi ve samimi olarak yaptım, o zaman arzum oldu.

1.    Hocama köpek gibi yaltaklandım. Onun kalbini incitecek bir şey yapmadım.

2.    Kedi gibi tevazu ettim, daima kendimi sevdirdim.

3.    Karga gibi erken kalktım, seher vaktinin bereketinden istifade ederek derslerime çalıştım.

4.    Merkep gibi nefsime ağır gelen şeylere sabır ve tahammül ettim.” diye cevap verdi.

 v     İmam Şıblî (Rah.) bir ara hastalanmıştı. Halife tedavisi için ona mecûsî -ateşe tapan- bir doktor göndermişti. Dr. Şıblî’ye sordu : ” Gönlün ne istiyor ?”

         İmam : senin Müslüman olmanı…

         Dr. :  Eğer Müslüman olursam sen hasta yatağından kalkacak mısın ?

         İmam : Evet…

Dr. İslamiyeti kabul etti. Bunun üzerine Şıblî, şifa bulup döşeğinden kalktı. Bunu duyan Halife dedi ki:

” Ben sandım ki hastaya hekim gönderdim, meğer, hekime hasta yollamışım.”

 v     Birisi İmam-ı Azam’a demiş ne kadar çok bilgi sahibisin. Bunun üzerine imam, yerinden fırlamış mübarek kısa boyu ile yere eğilmiş elini yerden bir zira yüksekliğe kaldırıp el ayasını yere düz tutmuş ve adama seslenerek “bildiğim yerden bu kadarsa, bilmediğim buradan gök kadar” demiş.

 v     İmam-ı Ebû Yûsuf’a bir fetva sormuşlar:

      “Bilmiyorum diye cevap verince”,

      Etrafındakiler: “Bilmiyorum demekten utanmıyor musun? Maaş’da alıyorsun diye azarlayanlara;

      “Ben bildiklerimden maaş alıyorum.

 Bilmediklerime de maaş alsaydım hazine yetmezdi” diye cevap verdi.

 v     İmam-ı Âzama sormuşlar: Bu kadar bilgi sahibi nasıl oldun? “Bilmediğim bir şeyi sormaktan utanmadım” diye cevap vermiş.

 v     İmam-ı Gazâlî’ye “İHYÂ-İ ULÛM adlı muazzam eserini nasıl bir çalışma ile vücuda getirdiğini sormuşlar: Bir zamanda yalnız bir fasıl, bir bahis, bir mesele üzerinde çalıştım demiş.

v     İmam-ı Ebu Yusuf’a sordular; Bu ilmi nasıl elde ettin? Cevap verdi: Büyük küçük demeden rastladığım herkesten sorarak öğrendim ve büyük küçük demeden de öğrettim.

 v     İran Kisra’sının memleketi düzenli ve müreffeh bir halde idi. Bunu işiten Rum Kayser, Kisra’ya bir mektup yazarak; idaresi altındaki ülkede, işlerin nasıl düzenli olarak yürütüldüğünü ve herkesin nasıl refah içinde olduğunu  sordu. İran Kisra’sı Kayser’ e şöyle cevap gönderdi:

 Ülkemi şu sekiz şeyle ayakta tutmaktayım ve yönetmekteyim

1.    Ciddi söylerken de, şaka yaparken de, yalan söylemem.

2.    Vaat ettiğim iyiliğin ve yaptığım tehdidin yerine getirilmesinden asla vazgeçmem. İyilik vaad ettimse sözümde dururum, ceza vereceğimi söylemiş isem bunu da uygularım.

3.    İşleri yürütürken güçlüklerden yılmam, oyun ve eğlenceye dalmam.

4.    Hiç kimseye hiddet ve kızgınlığımın etkisiyle, hissî ceza vermem. Her suçluyu terbiye için hak ettiği cezayı veririm. Bu cezayı da ihmal etmem.

5.    Halka şiddet ve zulüm göstermeyerek kendimi sevdiririm.

6.    Kin ve öfkenin hiç bir etkisi olmaksızın idarem altındakilere devlet yönetimine karşı saygılı olmalarını aşılarım.

7.    Kendilerine ancak yetecek kadar sınırlı olan ihtiyaçlarını mutlaka karşılar, daha müreffeh bir seviyeye ulaşmaları için  de halkıma hizmet ederim.

8.    Gereksiz harcamalardan -israf etmekten-, birbirlerinin hakkını yemekten halkımı men ederim. Ve onları bu hal üzere eğitir ve korurum.

 v     “Kutadgu Bilig” isimli eseri hazırlayan Yusuf Has Hacib’e devlet yönetimi hakkında soru sordular o da şu cevabı verdi; “Benim üzerinde oturduğum tahtın üç ayağı vardır, ey gönlümü doyuran dinle! üç ayak üzerine kurulan hiç bir şey bir tarafa eğilmez. Üç ayağı da düz durdukça böyle bir taht sallanmaz. Eğer dört ayaklı olur ve birisi aksarsa bu taht sallanabilir. “Benim üç şeyim; bıçağım, şekerim, zehirim vardır: Şekeri başkalarından zülüm görüp benden adalet isteyene sunarım. Zehrimi zorbalar, -doğruluktan sapanlar- içerler. Bıçağımı ise hüküm vermekte kullanırım. Benim mahkememe gelip benden hak arayanların işlerini uzatmam, bu işleri bıçak gibi keserim. Düğümleri adaletle çözerim. insanları köle ve bey diye ayırt etmem. ister oğlum, ister yakınım, akrabam olsun, yolcu geçici veya misafir olsun, kanun nazarında aynıdır. Hüküm verirken kat’iyyen fark gözetmem. Çünkü devletin temeli adalettir. Devlet doğru olursa dünya huzura varır.”

 v     Zünnûn-i Mısri’nin (K.S.) dostlarından birisi kendisine sordu: Hikmette olan tatlılık nedendir ki, evliyanın ağzından çıkınca onu duyanlar, ondan lezzet alırlar. Üstat cevabında; “Hikmet ilham ilmidir. Hakimin kalbine iner. Hak tarafından kalbe gelmesi yakinen belli olduğundandır ki, onda çok tat bulunur. O hikmetin, dinin usulünden ve yakini işlerden bulunması, ilhamı Rabbanî olduğunu duyurur, dedi.

v     Büyüklerden birisi Hz.Rabia’tül Adaviye’ye sual eder ve der ki; “Ey Râbiâ nereden gelip, nereye gidersin?” Evliya kadın cevap verir; “Sonu olmayan dünyadan gelip, yine sonu olmayan dünya ya giderim.” Adam tekrar sorar: “Peki bu dünyada ne yapıyorsun?” Rabia tekrar cevap verir. “Bu dünyanın fani olduğunu bildiğimden perişanım, böylece pişman bir şekilde gezip Hakkı talep ederim ve bâkî olan o âhireti arzu ederim.

 v     Abdullah Ebû Cafer Sâdık, Halife olduğu zaman etrafındakiler, Halifenin arzusunu sordular. O da şu cevabı verdi; Ben etrafımda dört çeşit insana muhtacım.

1.      Biri, doğru ve hafızası kuvvetli bir vezirdir ki, bir şeyi unutursam hatırlatsın,  başarıma yardımcı olsun.

2.      İkincisi, hazik katip, yani işinin ehli anlayışlı ve namuslu memurdur ki, eline verilen işleri tamam olarak yapsın.

3.      Üçüncüsü, güvenilir muhafızlardır ki, (hacip mutemet) şikayet için gelen mazlumları benim yanıma getirsin dedi.

4.      Dördüncüsünü söylemeden durakladı. Etrafındakiler, “emir’ül müminin, dördüncüsü nedir?” diye sorduklarında o da, dördüncüsü, doğru haberci (muhbiri sadıktır) ki, askerin, halkın ve memleketin içinde geçen olayları bana doğru olarak bildirsin ki, ben zalim ve mazlumu, doğru ve haini seçebileyim demiştir.

 v     İran eski hükümdarlarından biri, bir yerden geçerken bir kalabalık görüp yanında bulunan vezirine sorar, nedir bu kalabalık? Veziri; Bu bir ibret dersidir şahım der. Kalabalık ortasındaki adam bir pehlivandır, yüz batmanlık taşı kaldırır. Fakat biraz evvel biri kendisine küfretmiş, hiddetlenmiş deli gibi olmuş ne yaptığını bilmiyor. Görüyorsunuz yüz batman kaldıran adam bir sözün ağırlığına tahammül edemiyor. şahım siz de tebaânıza -eliniz altındakilere- ağır söz söylemekten kendinizi koruyunuz demiş.

 v     Rum Meliklerinden dördü, bir filozofun yanında toplanıp: “Bize mülki idarede çok faydalı  olacak bir öğüt ver” derler. Filozof onlara şöyle öğüt verir. Hanginiz şu dört şeyden nefsinizi men ederseniz, istemediğiniz çirkin ve adi durumlara düşmekten emin olursunuz:

      Birincisi, acelecilikten kaçınınız. Zira aceleden pişmanlık doğar.

      İkincisi, övüngençlikten sakınınız, bundan da şaşkınlık doğar.

      Üçüncüsü, hiddetlenmekten uzaklaşınız bundan ise kin doğar.

      Dördüncüsü, tembelliktir ki, tembellikten de küçüklük doğar dedi.

      ve idarecilikte ki püf noktaları belirtti.

 v     Ebû Müslim’e sordular: İdareci olduğumuz zaman nasıl hareket edelim? Cevap verdi: İdarecilikte cesareti kendinize şiâr edinin. Çünkü cesaret, zaferin ilk şartıdır. Düşman hakkındaki kin ve düşmanlığınızı sık sık anın, zira bu durum, sizi atılgan olmaya hazırlar. Cenabı Hakkın emirlerini aralıksız olarak yerine getirmeğe gayret ediniz. Zira sözünde durmayan gaddar mahvolur.

v     Muâviye (R.A.), Gurabe isminde bir emire kavminin halinden ve onları ne şekilde idare ettiğinden sormuş. O da cevaben şöyle demiş; Cahilleri hilimle (Yumuşaklık, şiddette tahammül, vakar ve sükunla) karşılarım. İsteyenlere istediklerini veririm ve onların hacetlerini (ihtiyaçlarını) görmeye ve bitirmeye çalışır , gayret ederim.

 v     Kendisine kötülük yapılınca ne yapacağını soran sahabeye, Hz.Ömer (R.A.)’in cevabı, iki kere iyilik yaparım, der. Tekrar o kişiden kötülük görürseniz, deyince, Hz.Ömer (R.A.) bu defa, ona öyle bir iyilik yaparım ki, altından kalkıp bana kötülük yapamaz olur der.

 v     Hâtem-i Esâm (K.S.)’a namazı nasıl kıldığı sorulunca şöyle anlatmıştır; “Namaz vakti yaklaşınca güzelce abdestimi alır, namaz kılacağım yere gider, orada oturur, aklımı başıma alır, sonra namaz için ayağa kalkarım. Kabe’ yi iki kaşım arasına, sıratı ayaklarımın altına, cenneti sağıma, cehennemi soluma alır, Azrail’i tepemde kabul eder ve bu kılacağım namazı, son namazım olarak kabul eder, korku ve ümit ile alemlerin Rabbi’nin huzurunda olduğumu  düşünerek, tekbir alır, ağır, ağır ve manasını düşünerek Kur’an okurum, tevazu ile rükû eder, huşû ile secdeye kapanırım. Sağ ayağımı diker, sol ayağımı yatırır ve üzerine otururum. Namazımı ihlas ve samimiyetle kılmağa çalışırım. Sonrada kabul olup olmadığını bilmediğim için, kabul edilmemek korkusunu taşırım” demiştir.

 v     Müctehidlerin büyüklerinden Ahmet Bin Hanbel Hazretleri evlenecekleri sırada, “Filan adamın kızı var, hangisini istersiniz size alalım. Fakat birinin bir gözü sakattır” demişler. Bu büyük müctehid, “İslamiyet’i hangisi daha iyi biliyor? diye sormuş. “Bir gözü sakat olan hem ilmi var, İslamiyet’i biliyor, hem de bildiğini bizzat yaşayarak, dinin emirlerine tamamen riayet ediyor” demişler. “Öyleyse bilgiliyi bana nikah edin. O insanı mes’ût eder. Havâî ve şımarık cahillerden ne kadar güzel olurlarsa olsunlar insana hayır gelmez…” diyerek gözü sakat bilgili ve dindar kızı, sağlam fakat cahil birine tercih etmiştir.

 v     Süfyan Bin Uyeyne (R.A.) bir soru ile karşılaşmış, ona demişler ki, Ey Süfyan, kulun yapmaya kast edipte yapmadığı bir şeyi melekler nasıl yazabiliyor? O şu cevabı vermiş: “Yazıcı melekler gaybı bilmezler. Kul hayırlı ve güzel bir işi yapmayı kastettiği zaman, kendisinden misk gibi güzel bir koku çıkar. Melekler onun iyi bir iş yapmaya kast etmiş olduğunu bu suretle bilirler. Kul kötü bir iş yapmayı kastettiği zaman, kendisinden pis bir koku çıkar, kulun kötü bir iş yapmayı kastettiğini de bu suretle bilip yazarlar.”

 v     Mübarek zevatı kiramdan Şakîk Bin İbrahim Hazretlerinin zevcesi gayet geveze bir kadınmış. Bir gün “zevceniz çok huysuz size fazla eziyet ediyor, boşansanız ya” demişler. Cevabında; “Onun huyu kötü ise, benim ki iyidir. Boşarsan bende onun gibi kötü huyluluk etmiş ve onun seviyesine düşmüş olurum. Bununla beraber, boşarsam kimse almaz da ortalıkta kalır, daha fazla kötü olur diye bırakmaktan çekiniyorum” demiş.

v     Selefi salihinden ömrü uzun olanlardan birine denildi ki, ömrün ne sebepten bu kadar uzadı? O zat şu cevabı verdi; “Biz yemek pişirdik mi kemali ile pişiririz, çiğnediğimizde de inceleriz yani iyice çiğneriz. Yerken de karnımızı ne çok doldurur ve ne de aç bırakırız. Doymadan sofradan el çekeriz, böylece sıhhatli yaşarız dedi.

 v     Veysel Karânî Hazretleri Fırat kıyılarında dolaşırken yanına yaklaşan bir kimsenin kendisinden nasihat istemesi üzerine şöyle der: “Oğlum! ölümü hiç aklından çıkarma. Gündüz iki kaşının arasında, gece de yastığının altında bil.  Ölümü çok hatırlayan kişi hayatına daima yön verir.”

 v     Arabın ileri gelenlerinden bir zat vardı ki, bütün hayatı boyunca hiç kimseye sövmemişti. Ağzından acı bir söz çıkmazdı. Buna nasıl tahammül ettiğini merak edenlere şu cevabı verdi; Kendisiyle kavgaya tutuştuğum kişi ya iyi bir insandır, yahut da kötü bir kimsedir. iyi insansa, ağzımdan kötü söz çıkarmamakla ona layık olduğu saygıyı göstermiş olurum. şayet kötü bir kimse ise kendimi ondan yüksek tutup, kendisiyle aynı dereceye düşmemiş olurum. Bana hakaret edildiği zaman ruhumu o kadar yükseltirim ki, o hakaret hiç bir zaman o yüksekliğe erişemez. Fenalık yapmak, sizi düşmanınızdan daha aşağı seviyeye düşürür. Öç almak onunla aynı seviyede bırakır.

Affetmek ise, sizi ondan daha yüksek seviyeye çıkarır.

 v     Vaktiyle Mısır’da iki kardeş vardı. Biri kendini ilme verdi, öteki de büyük bir mevki sahibi oldu. İtibarlı kardeş, bir gün ötekine; “Yazık” dedi, “ben bugüne bugün Mısır’da adı anılan büyük bir adam oldum, sen ise miskin bir herif kaldın!” Âlim kardeş ötekine şu cevabı verdi; “Ben halimden memnunum, hatta bana senin gibi insanlara zulmetmek kudretini vermediği için, Allah’a gece gündüz şükrediyorum. insan, servetini, sıhhatini ve mevkiini kaybetmekten korkmamalıdır. insanlık rûhunu kaybetmekten korkmalıdır. Her fakir mes’ût yaşayabilir, fakat servet ve mevkii sahibi pek az insan saâdete erişir” dedi.

 v     Devrin meşhur hasislerinden biri, gani gönüllülerden bir zatın huzurunda serveti ile öğünerek, şurada şu kadar emlâkim, falan yerde şu kadar param var diye söylenirmiş. Gani gönüllü zat, boş yere nefes tüketiyorsun, sizin bu saydığınız şeylerin hiç bir kıymeti yoktur! demiş. Adam sormuş neden kıymeti olmuyormuş? Gani gönüllü adam: “Çünkü para harcanmadıkça hiç bir kıymet ifade etmez. Cepte, yahut kasada saklı kaldıkça varlığıyla yokluğu birdir. Para dediğin şey saklandığı yerden çıktıktan sonra kıymetlenir. Asıl zengin parasını hayra harcayan kişidir,” demiş.

     Büyük alimlerden birisi bir gün dinsizlerden biriyle münakaşa ve münazaraya tutuşmuştu. Ancak dinsizin inatçı küfrü karşısında, âlimin makul delilleri para etmiyordu. Nihayet âlim zat, münazaradan vazgeçerek dönüp gitti. Durumu gören bir dostu ona sitemle karışık olarak sordu. “Senin gibi ilim, irfan, edep, akil ve hikmet sahibi birisi nasıl olur da bir dinsizle baş -galebe- edemez?” Âlim cevap verdi: “Benim ilmim Kur’an dır, hadistir… O bunlara inanmıyor. Ne diye onunla konuşayım.”

 v     Büyük düşünürlerden birine sordular;

     – En değerli nimet nedir?

     – Huzur içinde yaşamaktır.

     – Sonra hangi nimet gelir?

     – Gençlik.

     – Ondan sonra hangi nimet gelir?

     – Sağlık.

     – Bundan sonra hangi nimet gelir?

     – Zenginlik.

     – Daha sonra?

     – ilave edilecek bir şey bulamıyorum dedi.

 v     Said İbn-i Cübeyir, Hasan-i Basri’den bir öğüt istemiş, o da şu nasihati vermiş; Kalbini kasvetten, kendini afattan korumak istersen, şu üç şeyi tut: Mahiyetini bilmediğin kalabalık arasına girme, iyi tanımadığın karşı cinsle yalnız kalıp, sohbet etme, kulağını içinde şeytanî duygular uyandıran musikiye  verme, dinleme.

v     Muâviye (R.A.)’ye adamın birisi soruyor; En cesur ve şecaatli insan kimdir? O şu cevabı verdi: Hilmiyle cahilin cehlini ret edendir. Adam tekrar soruyor; En cömert insan kimdir? O da yine cevap veriyor; Dinin salahı için dünyasını verendir.

 v     Cübeyr (R.A.)’ye Allah Kerimdir deyip aldanmak nasıl olur diye sormuşlar. O da şu cevabı vermiş; Kulun Allah hakkında aldanması: Kul isyana devam ettiği halde Allah’tan mağfiret temenni etmesidir.

 v     Ebû Abdullah Sencarî hazretlerine sordular: velilik alametleri nelerdir? Cevap verdi; “Yüksekteyken küçülmek, yani alçak gönüllü, tevazu sahibi olmak. İmkanlı iken, dünyadan perhiz etmek. Kuvvetli iken, insaf ve merhamet sahibi olmak.

 v     Ulu kişilerden Sırri Sakati (K.S.) Hazretlerine şöyle sordular:

      Yüce Allah’ın (c.c.) zatına ulaştıran yol nasıldır?

      O da şöyle cevap verdi: ” İlâhi huzûra ermek istiyorsan ; Oruç  tut, namaz kıl,gönül kazan.

 Yüce Allah’ın (c.c.) zatını istiyorsan, Ondan başka her şeyi bırak, yalnız ona güven.” dedi.

 v     El-Esma-i (R.A.)’ye sormuşlar, Mürüvvet nedir? Cevap vermiş: “Sofranın açık olması, dilin tatlı olması, malın mebzul (bol, çok sarf olunur) bulunması, iffetli ve namus sahibi olunması, ezadan sakınılması.”

 v     Veysel Karanî’ye (Ks.) sormuşlar: Ne ile buldun bu dereceyi? cevap vermiş: “Gece kalkıp namaz kılmakla…” Onun için demişler:

     “Namaz ile bulan bulur Huda’yı ,/ Namaz verir kuluna zü-şiâyı.”

 v     Hâtem-i Esam hazretlerine (Ks.) ne istersin diye sormuşlar, O da “Akşama kadar afiyette olmak isterim” demiş. Bunun üzerine; Her gün afiyette değil misiniz? denilince, şöyle cevap vermiş: “Afiyette olduğum gün, günah işlemediğim gündür.”

v     İbn-i Atâ Hazretlerine bir gün dostları sordu. Mâneviyat yolunda yükselenler ne sebeple yükseldiler? Hazret şu cevabı verdi; “Yüksek derecelere ve üstünlüklere kavuşanlar ancak, güzel ahlak ile kavuştular”.

 v     Beyazıd-ı Bestâmî Hazretlerine talebeleri derler ki; Hocam hakkını ödemek için ne yapalım? Hazret cevaben; “Her gittiğiniz yerde cehennemlikleri cennetlik yapacaksınız. bu yolda uğraş vereceksiniz.”

 v     Sehl Bin Abdullah Tüsteri (K.S.) Hazretlerine sordular; Müşahede nedir?

     – Kulluk diye cevap verdi.

     – Kulluğa ne ile erişilir?

     – Geceleri namaz kılmak, gündüzleri günah işlememek suretiyle dedi.

 v     Abdullah İbn-i Mubarek’e (K.S.) sormuşlar: “Size göre kimler sultandır?”

      Verdiği cevap şu olmuş: ” Dünyaya boyun eğmeden yaşayan zahitlerdir.”

 v     Nûşirevân-ı Âdil’in oğluna verdiği öğüt de çok manidar:

      Oğlum, iyi dostlardan göz ve gönlünü döndürme,

      Laf vurucu kimse ile arkadaşlık kurma,

      Kimseye karşı küstahlık etme,

      Borçlu adamları yar tutma,

      Hiç kimse ile alay etme, yavrum.

 v     Hallac-ı Mansur’dan adamın biri nasihat istemiş. Hazret, ona şu tenbihte bulunmuş: ” Sen nefsini daima hayra ve hayır işlemeye alıştır. Şayet bunu yapmazsan, nefis seni şer ile meşgul eder, sonra perişan olursun.”

 v     Adamın biri, Veki isminde bir alime sordu. Ben çok unutkanım bu halden nasıl kurtulabilirim? O alim cevap verdi; günah işlemekten vazgeç o zaman kurtulursun. Çünkü,” harama bakmak, insanın şaşkınlık ve unutkanlığını arttırır.”

 v     Şems’ül Eimmet’ül Helvani’nin babası fakir bir helvacı idi, helva satar ve fakir hocalara da helva verirdi, derdi ki; oğluma dua ediniz de alim olsun. Babasının bu cömertliği sayesinde oğlu büyük bir alim oldu. Mal ilme çok yardımcıdır.

 v     Bir zat İbrahim Bin Etem’e demiş ki, ben geceleri ibadet için kalkamıyorum. Bunun devasını söyler misiniz? Hazret cevap vermiş; “Gündüzleri ona isyan etme, o seni geceleri huzuruna diker”.

 v     Said İbn-i Müseyyib’e hangi ibadetin üstün olduğu soruldu. O şöyle cevap verdi; “Mahlûkatın yaratılış hikmetlerini düşünmek ve dini bilgilerde derinleşmektir” dedi.

 v     Ebû-l Hasan Harakânî’ye (K.S.) arkadaşları sormuşlar; “Dünyada en iyi şey nedir:? Cevap vermiş: “Dünyada en iyi şey, Allah’ı unutmayan gönüldür.”

     Zunnûn-i Mısrî’ye (K.S.)  sormuşlar; Nefsini en ziyade muhafaza eden kimdir? Cevap vermiş; “Lisanını en ziyade muhafaza edip koruyandır.”

v     Birisi Hamdun Kassar isimli âlim ve fâzıl zâta, “Bana ne tavsiye buyurursunuz? deyince, O da “Dayanabilirsen dünya için hiç bir şeye kızma” demiş.

 v     Beyazid-i Bestami (K.S.)’ye sormuşlar; “Sen bu mertebeye nasıl vasıl oldun?” Cevap vermiş: “Esbab-ı dünyayı cem edip kanaat ipine bağlandım.”

 v     Burz-i Cemher’e sormuşlar: “Neden cahillerinizi kınamıyorsunuz?”

      Cevap vermiş: “Biz köre gör, veya bir sağıra duy, diyemeyiz.”

 v     Ünlü bilgin Farabî’ye sormuşlar: “Lafı uzatanlara ne yapmak lazım?” Şöyle cevap vermiş: “uzun konuşanı kısa dinlemeli.”

 v     Mevlânâ (K.S.) Hazretleri diyor ki, bir yüceye sormuşlar:”Seni terbiye eden kimdir?” O da cevap vermiş: “çevremdeki cahillerin bilgisizliklerini görüp onlardan ders aldım” demiş.

 v     Mümine Hatun’un, oğlu Mevlânâ’ya, bir nasihati var; Dünya durdukça duracak eskimeyecek cümleler; “Babandan daha çok oku evladım!.. “EVLADI BABASINI GEÇMEYEN MİLLET YÜKSELEMEZ !..”

      Onun için Hekimoğlu İsmail bir yazısında diyor ki; “Her çocuk, babasından ileri, evladından geri olmalı”. Atalarımız da; “Çırağı, ustasını geçmeyen sanat ölür” demişler.

 v     Bir hikmet erbabına sormuşlar:

– Kardeş mi yeğ, yoksa yar mı yeğ?

şöyle cevap vermiş:

– Yar olmak şartıyla kardeş yeğ, yani yar olan kardeş yeğ.

 v     Padişah IV.Murat’a sormuşlar; “Rusya bize borç para veriyor alalım mı?” Cevap vermiş; “Para veren emir ve buyrukta verir, demiş” borç almamış.

 v     Padişah Sultan II.Abdülhamit’e gelerek Yahûdiler, Filistin-İsrail’i satın almak istemişler. Ulu Hakan, onlara şu cevabı vermiş; Kanla, kılıçla alınan yerler para ile satılmaz.

 v     Eski sadrazamlardan Rüştü Paşaya yakınlarından biri bir gün Paşa Hazretleri ne kadar çok dostunuz var demiş? Paşa şu cevabı vermiş; “Şimdi ne kadar dostum olduğunu bilemem. Çünkü ikbâl içindeyim ve herkes beni devletin en büyük adamı olarak tanıyor. Senin dost dediğin adamlar, bu sıfatlar üzerimden kalktığı zaman belli olur” demiş.

 v     Şeyh Galip’e sormuşlar, zenginlik nedir? Cevap vermiş; “Zenginlik o şeydir ki, bir cahili bir alimin önü sıra yürütür, bir ahmağı aklının yükseğine çıkarır…  Parasını kullanmasını bilmeyen zengin, altın taşıdığının farkında olmayan merkebe benzer” demiş.

v     Büyük mutasavvıflardan Ebû Bekir Bin Yezdanyar, Ahmet Bin Abdullah Şervinî‘yi rüyada görmüş ve ona sormuş; Ameller içinde en faydalı bulduğun hangisidir? Şervini şöyle cevap vermiş; “Tevhit (La ilahe illâllah-Allah’tan başka ilah yok) den sonra, Allah erleri ile sohbet etmekten yararlı hiç bir şey bulamadım” demiş. Yezdanyar tekrar sormuş; “en zararlı davranış hangisidir?” diye sorunca da şu cevabı vermiş; “Sofilere (Tasavvuf erbabına) dil uzatmak.

Eğer onlar bana lütûf ellerini uzatmasalardı mahvolanlar arasına katılırdım. Ve  onlara dil uzatışım bütün ibadetlerimi silebilirdi. Sonuç olarak yalnız ve yalnız onların yardımıyla kurtuldum dedi.

 v     İmam Ahmet bin Hanbel Hz. diyor ki : ” Rüyamda Allah’ü Teâla yı gördüm, senin rızana nasıl kavuşulur… ? diye sual ettim.

– “Kur’an okumakla” buyurdu.

Ben de anlayarak mı, yoksa anlamadan da okuyarak mı ? diye sordum. Allah’ü Teâla buyurdu ki;

– İster anlayarak olsun, ister anlamadan olsun, Kur’an okuyan bana yaklaşır,rızama kavuşur.

 v     Beyazıd-ı Bestami (Ks.) Hazretleri bir gün rüyasında cenabı-ı Hakkı görmüş, “Ya Rabbi sana nasıl geleyim demiş? Allah Teâla Hazretleri cevap vermiş; Nefsinden ayrıldığın zaman -kötü istek ve arzularını yendiğinde- gelip beni bulursun -benimle dost olursun- demiş.

 v     Gönül dostlarından biri, Hasan bin Zekvan’ı (R.A.) vefatından sonra rüyasında görmüş ve ona sormuş; “Ey kardeş kabirler içinde en aydınlık olanı hangisidir?” Oda cevaben “Dünyada uğradıkları musibetlere gerçekten sabretmiş olanların kabirleridir.”

 v     Büyük zevattan, Şadan İbn-i Hakîm-i vefatından sonra, yakınları rüyada gördü, sordular; “Sana ahirette en faideli olan şey ne oldu? O zat cevap verdi; Kuranı Kerimi yüzünden bakarak okumak. (Bunun faydasını çok gördüm)

 v     Bir âlime sordular, bu ilmini nasıl elde ettin? Cevap verdi; Zengin baba sayesinde. Zira babam Ehl-i ilme çok hürmet ve yardım ederdi. Bende onların himmet ve duâlarıyla öğrendim. Çünkü Şeyhülislam Sedîdeddin Şirâzî, her kim çocuğunun âlim olmasını istiyorsa, maddi sıkıntı içinde bulunan fıkıh alimlerine yardım ve ikram etsin. Oğlu olmazsa torunu âlim olur.

 v     Adamın biri, dilenciye: ” Şu adamdan hiç sadaka aldığını görmedim. Seni her zaman – Allah versin- diye başından savdığı halde, yine de ona uğramadan edemiyorsun.”

– Evet; çünkü, o, ” Allah versin” dediği gün, Allah veriyor.

v     Yunan filozofu Sokrat çok sade bir ömür geçirirdi. Evi dar, yemekleri pek sade, bir çift de ayakkabısı vardı. Devrinin zenginlerinden olan Antigon, Sokrat’a bir hediye getirdi ve almasını rica etti. Bir kat elbise ile idare eden ve yaz kış aynı elbiseyi giyen sokrat kabul etmedi. Bunun üzerine adam kızdı. Adamın kızması üzerine Sokrat şu cevabı verdi: “Bilmelisin ki saadet büyük bir servete muhtaç değildir. İhtiyacın lüzumlu kadarını karşıladığı zaman gönül rahat eder. İhtiyaç çoğalıp genişledikçe onları ele geçirmek kaygısı içinde bahtiyarlıkta o nispette azalmaya başlar.”

 v     Bir gün Diyojen’in halktan gördüğü hürmeti kıskanan bir cahil Aristokrat, ona sokak ortasında bir tokat attı.Büyük düşünür hiç sesini çıkarmadı. Beraberinde olan talebelerinden biri sordu; Niçin bu küstahı kanuna teslim etmiyorsun? Diyojen gülümsedi; Sana bir merkep çifte atsa, onu mahkemeye verir misin? Akılsıza söz söylenmez, çünkü senin sözündeki hikmeti anlamaz ve hor görür, dedi.

 v     Sera Güze Kralı Diyonisos bir gün Filozof Aristippes’e sordu; Acaba neden her gün filozoflar hükümdarları ziyaret ederler? de bir gün olsun tek hükümdar bir filozofu ziyarete gitmez. Aristippes, sakin bir tavırla şu cevabı verdi; “Bunda şaşılacak ne var ki, bilirsiniz ki, daima doktorlar hastaları ziyaret ederler, hastalar doktorları değil.”

 v     Talebelerinden biri Sokrat’a sormuş;

            – Herkese güzel konuşma dersleri verdiğin, onlara hitabet sanatını öğrettiğin halde, niçin sen de çıkıp bir konuşma yapmıyorsun?

            – Evlat demiş Sokrat, biley taşı da keskin değildir amma, en sert demiri bile biler çok keskin yapar.

 v     Meşhur Cihangir, Büyük İskender’e sordular:

– Niçin üstadın filozof Aristo ya, baban Makedonya Kralı Philip’ten daha çok

hürmet ediyorsun?

     İskender şu cevabı verdi;

– Babam beni bir gayıp ve ulviyet aleminden bu süfli dünyaya indirdi. Üstadım

Aristo ise, talim ve terbiyeme önem vererek beni yüceliğe ulaştırdı.

 v     Eflatun’a sormuşlar; “Adam ihtiyarladığı halde para kazanmaya uğraşıyor, ne dersiniz? Cevap vermiş; “insan sağlığında dostlarına muhtaç olmaktansa, para kazanıp ta düşmanlarına bırakması daha iyidir”.

 v     Aristo’nun bilgin bir kızı varmış ona sormuşlar; kadınlarda en güzel ve sevilecek şey nedir? Cevabı şu olmuş; “Utanma duygusundan ötürü, yüzde beliren kırmızılıktır.”

 v     İskender Aristotalis’e sormuş; Hükümdarlara şecaat mi, adalet mi, hangisi daha çok lazımdır? Aristotalis cevap vermiş; “Adalet yürüyen bir yerde şecaate lüzum kalmaz.”

v     Amiral Nelson’a başarılarının nedeni sorulunca, şöyle cevap vermiş; “Hayatta ki bütün başarılarımı, her işe her zaman, bir çeyrek saat önce gidip başlamama borçluyum.”

 v     Her sene bin – bin ikiyüz sayfalık eser veren Fransız edebi Emile ZOLA’ya bu muvaffakiyetinin sırrını sormuşlar; “Her gün yalnız üç saat çalışır ve yazarım demiş”.

 v     Eflatun’a sormuşlar; “Doğru olduğu halde söylenmesi caiz olmayan söz var mıdır? Vardır demiş ve cevap vermiş; “Bir insanın kendi kendisini övmesi”.

 v     Calinos’a sormuşlar; “İnsana ölmek ne zaman daha hayırlı olur? Cevap vermiş; “Hayrı şerri bilmeyecek kadar cahil olduğu zaman.”

 v     Bir âlime sordular; Bize öğle bir amel öğret ki, gece gündüz onunla meşgul olalım ve böylece hiç bir vakit iyi iş işlemekten geri kalmayalım.

     Alim buyurdu ki; iyi iş yapın, iyi iş yapmadığınız zaman dahi, devamlı iyilik yapmaya niyet eyleyin bundan dolayı aynı sevaba nail olursunuz.

 v     Meşhur bir âlime sormuşlar; “Dinimize nasıl hizmet edebiliriz?” Cevap vermiş: Onu yaşamakla hizmet edebilirsiniz; bir insan dinine karşı yapacağı en büyük hıyanet ve fenalık ise, kendini ona bağlı gibi gösterip onu yaşamamaktır.

 v     Uzun seneler yaşayan, tabii gıda ile beslenip bütün gün çalışan bir adama bu uzun ömrünün sırrı sorulunca şöyle cevap vermiş: “Ne elimde saat vardı, ne de başımda bir amir.”

 v     Akıllıya sormuşlar: Bahtiyar kimdir, bedbaht kimdir? Cevap vermiş: “Bahtiyar o dur ki, hem yedirdi hem yedi, bedbaht ise, ne yedirdi ne de yedi, öldü, hepsini bıraktı.”

 v     Bir adama sormuşlar; “ Kardeşiniz mi, dostunuz mu, hangisini daha çok seversiniz? “Dost olmak şartıyla kardeşimi” diye cevap vermiş.

 v     Tabiplere; “Devanın en şifalısı nedir?” diye sormuşlar. Onlar da cevap vermişler; “az yemektir, az uyumaktır, az konuşmaktır.”

 v     Mecnuna sormuşlar: “Delileri sayar mısınız?” Cevap vermiş; “Bu uzun sürer. Siz akıllıları sayın” demiş.

 v     Seçkin bir lime sormuşlar: “İlim hıfzında efdal olan şey nedir?” cevap vermiş, “az yemektir.”

 v     Sultan II. Mahmut, devrin ileri gelen alimlerini toplamış ve onlara :

” Dünyanın sonunun gelip gelmediğini nasıl anlarız ?” diye sual etmiş. Herkes bir şey söylemiş, fakat padişah verilen cevaplardan tatmin olmamış. En sonunda ak sakallı ihtiyar bir alim kalkmış, soruya padişahın da hoşuna giden şu cevabı vermiş. ” Devletlüm, halkın ağzında -NEMELÂZIM- sözü dolaşmaya başlayınca biliniz ki dünyanın sonu yaklaşmıştır.”

v     Prof. Dr. Ayhan SONGAR bey bir hastasına : ” Soyadın nedir?” diye sorduğunda, ” Kavgalı” cevabını alır. Ayhan Songar Bey, ” Peki kiminle kavgalısın ?” diye sorunca, köylü adam bir içini çekip: “Nefsimle elbette” cevabını verir.

 v     Doksan beş yaşındaki Kayserili İş Adamı Kemal DEDEMAN’a muvaffakiyetinin sırrını sordular, şöyle cevap verdi: “Ben duamı annemden, ilhamı da Rabbim den aldım.” dedi.

Bir cevap yazın